İnsani kimlikle elele

Geçenlerde bir yazarın bir başka yazar için söylediğini okumuştum: “İnsani kimliği ile yazar kimliği elele giden arkadaşım,” diyor ve bunu haklı olarak yüceltiyordu.

Ne güzel bir niteleme!

Toplumsal yaşamın içinde sahip olduğumuz, kullandığımız pek çok kimliğimiz var. Meslek kimliğimiz, cinsiyet, etnik kökenimiz, ulus kimliğimiz, inanç, ideoloji, siyasal kimliğimiz, aile üyeliği kimliğimiz, doğduğumuz, büyüdüğümüz sokak-mahalle-semt-kent ve ülke, taraftar kimliğimiz, üyesi olduğumuz sivil toplum kuruluşları kimliğimiz vb. say sayabildiğin kadar. Farklı yer, zaman ve durumlarda bu kimliklerden birisini öne çıkarıyor ve kendimizi ifade etmek, tanıtmak, belki de kabul ettirmek için kullanıyoruz. Kimlikler hiyerarşimiz duruma göre değişiyor yani. Başka bir ülkeye gittiğimizde, gümrükten geçerken ulusal kimliğimiz öne çıkıyor örneğin. Maça gittiğimizde taraftar kimliğimiz, oy kullanırken siyasal kimliğimiz gibi.

Ancak sadece tek bir kimliğimiz vardır ki konumu yere, zamana, duruma göre hiç değişmez. Bir yandan tüm diğer kimliklerimize temel oluştururken, diğer yandan, kimlikler hiyerarşisinin hep tepesindedir. Maslow’un piramidi gibidir. Kendini gerçekleştirmenin zorunlu koşuludur, en alt basamaktır ama aynı zamanda gerçekleştirmenin son aşaması, son basamağıdır.

Kimliklerin kraliçesidir o.

“İnsan” kimliğimizdir.

Bu nedenle, “önce insanım, sonra şuyum, buyum!” demeli insan. İnsani kimliğimizi oluşturmalı, güçlendirmeliyiz ilkin. Bunun için de insani ilke ve değerleri yüklenmeliyiz. Hem de çocukluktan itibaren. İnsani kimliği kazanmak yolunda sevgi, saygı, hoşgörü, adalet, eşitlik, özgürlük, bilgi, paylaşma, empati, güven gibi etik değerlerle yoğurmalı, biçimlendirmeliyiz kişiliklerimizi. Bunlar, karakter denilen şeydir zaten.

İnsani kimlik üzerine temellenen, yani yazarın dediği gibi, “insani kimlikle elele giden kimlik” eğreti değildir, sırıtmaz; çok daha anlamlı, sağlam ve değerlidir. Hani bazen “içi boş” deriz ya kimileri için, bunu kastederiz aslında. “İnsani özü zayıf, yok!” Ya da “……. olmuş ama insan olamamış!” diye söyleriz. (Erkek egemen söylemde “adam olamamış ” diye geçer!)

Bunun gibi işte!

“Yaşamda karşılığı yok bunların,” dediğinizi duyar gibiyim; “insan olmak kimin umurunda, nerede!” diye düşünürüz çoğu zaman. Öyle düşünmemek gerek. İnsana küsmeye hakkımız yok. Mesele ve aslında tüm sorunların kaynağı “insan” olabilme meselesidir gerçekten. Daha önemlisi yoktur. Tanpınar’ın dediği gibi, “Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu bunun çaresi yoktur.”


Evet, “insan olma” kavramı, daha doğrusu “insan” kavramı kolay çözümlenebilir bir kavram değil elbette. Yüzyıllardır filozoflar, sosyologlar, antropologlar, psikologlar ve bilumum bilim insanları kendi alanlarından bakarak bunun için uğraşıyorlar. Ama yine de kavramın tanımında ve içeriğinde anlaşabileceğimiz noktalar vardır. Ben derslerimde, insanı, “etik değer ve ilkelerle yaşayan, insana özgü özelliklere sahip varlık” olarak tanımlıyorum kısaca. İnsana özgü özellikleri de tek tek açıyoruz. Uzun konu tabi. 

Kısaca, kendimizi hangi kimliğimizle tarif ediyor olursak olalım, insani kimlikle elele tutuşmamışsa bu kimlik, eksiklik, sorun var demektir.

Ya da şöyle söyleyelim: İnsani kimliğin elinden tutmayan kimliklerimiz sağlıklı büyüyemez, büyüse de yolunu kaybedebilir. İnsani kimlikten uzaklaşmış, kopmuş, yani yolunu kaybetmiş kimlikler tehlikeli ve zarar vericidir. Yaşamda, çevremizde örneğini görmeyen yoktur bunun.

Elele tutuşmak dünyanın en güzel şeyi değil midir ayrıca? Sevgi, birbirine güç verme, dayanışma, güven, koruma, saygı barındırır içten birleşmiş eller.

Bunu kimlikler üzerinden de gerçekleştirebiliriz.

İnsani kimlikle elele giden kimlikler!

Ne güzel!

12 Temmuz 2023

Yorum bırakın