Don Kişot olmak ya da ruhundan vazgeçmek

Don Kişot romanının yaşamımda çok özel ve önemli bir yeri olmuştur. Her ne kadar Ege’den de gelmiş olsam, Ankara’daki ilk üniversite aylarımda, belki de yıllarında, çok bilindik taşralı endişe ve yalnızlığını yaşamıştım. O sıkıntılı zamanlarda bir gün üniversitenin kütüphanesine girmiş ve Don Kişot’u raftan çekip alıvermiştim. Okumuştum hızla. Ve sonrasında büyükşehrin beni zorlayan tüm güçlüklerini birer yel değirmenine benzetip, tıpkı Don Kişot gibi mücadele etmeye karar vermiştim. O, “deli, uçuk” bildiğimiz Don Kişot, hayali sevgilisinden daha güzel bir kadın olduğunu asla kabul etmeyen ve sabahları evinden dünyadaki kötülüklerle savaşmayı amaç edinerek çıkan o çılgın adam, bana güç veren iyi kalpli, saf, temiz bir dost olmuştu o zamanlar.

Geçenlerde, Manguel’in Okumalar Okuması (YKY, 2014) kitabını gözden geçirirken Don Kişot ile ilgili bir deneme yazısına rastlayınca o yıllara gidiverdim. Yazıda Manguel’in bir saptaması çok ilgi çekiciydi. Ancak önce romanda geçen ilgili olayı kısaca anımsamakta yarar var.

“Don Quijote’nin hikayesi sona erdiğinde, bütün bu çılgınlığı tedavi edebileceğine inanan azametli entelektüel Sanson Carrasco, Beyaz Ay Şövalyesi olduğunu söyleyerek ve hanımının Dulcinea’dan (Don Kişot’un hayali sevgilisinden-by) daha güzel olduğuna yemin ederek ihtiyar centilmeni düelloya zorlar.” (s. 222). Bunu kabul eden Don Kişot düello başladığında rakibine hücum eder ancak incinmiş olarak fena bir biçimde yere düşer. Sanson Don Kişot’ a, eğer bir yıl boyunca, ya da karar vereceği sürece evine çekilmeyi kabul ederse, Dulcinea’nın daha üstün bir güzelliğe sahip olduğunu kabul edeceğini söyler. Yenilmiş Don Kişot bu teklifi kabul eder, evine döner ve yatağına yatar.

Sanson’un asıl derdi bu çılgın adamı çılgınlıklarından uzaklaştırmak, bir anlamda onu korumaktır. Ancak bir yıl evde kalmak Don Kişot için olanaksızdır. “Bir yıl belki de bir an bile Don Quijote olmayı bırakmak, zamanın durmasını istemek demektir. Don Quijote aynı zamanda hem kendisi olmaktan vazgeçip hem de yaşamaya devam edemez.” (s. 222-223)

Aslında evine çekilmeyi kabul etmek ihtiyar Don Kişot’un “ruhundan vazgeçmesi, yani ölmesi” anlamına geliyordu. Ve bu haliyle, o, artık Don Kişot olamazdı.

Yazarın koyu yazdığım bu belirlemesine takıldım. Üzerinde düşünmeye başladım.

İnsanın, ruhundan vazgeçmesi ne demektir? Ve ruhundan vazgeçmek nasıl olur da ölmek anlamına gelir?

Ruhumuz dediğimiz şey aslında duygular dünyamızdır. Akıl ile birlikte insan olmamızı, biz olmamızı sağlayan duygularımızdır ruh. Ruhumuz bizi kendimiz yapan varlık parçamızdır. İnsanın yaşaması, kendisi olması ruhunu canlı, diri tutması ve onu kaybetmemesi ile ilgilidir. Duyguları sönen, sevgi, coşku, hüzün, cesaret, öfke, acıma, aşk gibi duygularından vazgeçen insan ruhundan vazgeçmiş olur. Bizi canlı tutan ruh sönmüştür. Ve ruhumuzdan vazgeçmek kendimiz olmaktan vazgeçmektir.

İşte, yatağa düşen Don Kişot, ruhundan, onu yaşama bağlayan duygularından, sevgisinden, aşkından, cesaretinden, mücadele isteğinden vazgeçtiği için kendisini ölmüş gibi hisseder. Duyarız çevremizde hep, “yaşayan ölü” derler ya da “yaşarken ölmüş !” Aslında bu benzetmeler tam da “nefes alan ama ruhunu kaybetmiş, duyguları sönmüş” insanı tarif eder. Don Kişot’un yatağa düşmüş halini yani. Daha önce bildiğimiz insan olmaktan çıkmış insanı anlatır ruhunu kaybetmek. Artık kendisi olamayan insanı.

Duygularımızı söndüren, ruhumuzu öldürmeye çalışan bir dünyada yaşıyoruz. Bizi, kendimiz olmaktan çıkarmaya can atan bir dünyada çırpınıp duruyoruz. Hiç de kolay değil ruhu canlı tutmak, ondan, kendimizden vazgeçmemek.

Ancak ruhumuz gittiğinde, duygularımızdan vazgeçtiğimizde ne kadar renkli görünen bir yaşama da sahip olsak, aslında, “yaşayan ölüye” dönüyoruz. Don Kişotluktan, sevmekten, cesaretten, paylaşmaktan, saygıdan vazgeçiyoruz. Kendimiz olmaktan vazgeçiyoruz.

Yani, ruh çok önemli. Duygular dünyamızı canlı tutmak, bunun için ruhu beslemek gerek. Başkalarının onu öldürmesine izin vermemek gerek. Bazen düşsek de yere, incinsek de, yaralar da alsak, yatağa düşürülsek de çıkmak gerek yataktan, ayağa kalkmak gerek.

Çünkü Don Kişot, o bildiğimiz ruhuyla Don Kişot’tur. Onu kötülüklerle mücadele etmeye ve aşkı için savaşmaya iten cesaret duygusuyla, temiz, saf ruhuyla Don Kişot’tur. Ruhundan vazgeçtiğinde, o artık Don Kişot değildir.

Don Kişot şöyle der romanda: “Her türlü yanlışını bozarak ve kendimizi bir kez üstesinden gelindi mi bize sonsuz şan ve şöhret bahşedecek durumlara ve tehlikelere tabi tutarak” yaşamalıyız.

Dünyanın Don Kişot’lara, Don Kişotça yaşayanlara ihtiyacı var.

Don Kişotlaşmaya ihtiyacı var; ruhundan, duygularından vazgeçmemiş insanlara, topluma!

Kendisi olmaktan vazgeçmemiş, kim olduğunu unutmayan ve yel değirmenleriyle derdi olan insanlara ihtiyacı var dünyanın!

Nazım’ın Don Kişot şiiri ne güzel anlatır bunu:

“Ölümsüz gençliğin şövalyesi,
ellisinde uyup yüreğinde çarpan aklına
bir temmuz sabahı fethine çıktı
güzelin, doğrunun ve haklının…”

3 Ağustos 2023

Yorum bırakın